bugün

sevdiği entry'ler

kızların sevişmekten kaçması

sonuçta cinselliği özgürce yaşamak toplumda her daim sorun olmuştur. evlilik bile aslında insanların cinselliğini kontrol altına alma mekanizmasıdır ve evlilik dışı ilişkiye toplumun çok sert karşılık vermesi de evlilik denen kontrol mekanizmasının artık kalkacağı üzerinedir.
bu yüzden zaten aileyi övüp kadının ana olmasını kutsuyorlar. aslında bu kadının cinselliğini domine etme ve erkek hizmetine sunma için güzel bir fırsat. zaten erkeği kontrol altına alamazsın kadını üç beş pufpufla, analar kutsaldır cennet senin ayağının altında, yaşamaya kalkarsa, patlak, ikinci el falan filan diye hor gör o da yetmedi mi?
namus altında katlet ardından toplum vay ben ne namuslu adam desin ardından kadın neden seksten kaçıyor.
toplum bunu istiyor çünkü. cinselliği kontrol altına alabilmenin kolay yolu kadını baskılamak çünkü erkeği baskılayamazsın. fazla agresif ve domine etmesi kolay değil.
bence toplumsal nedeni bu.

şükrü erbaş

bunu da söyleyen şair;

size barış deniliyor

Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları... Ey bir halkı dizlerinin üstünde görmekten gönenen sahte eşitlik! Ey korkuyu sevgi sanan aşağılık duygusu. Siyah ve beyaz dışında renk tanımayan alacakaranlık. iki yanında iki süngüyle şımarık cesaret. Konuşmak yerine bağıran özgürlük.

Ey gülerken ısıran iyilik, aşağılayan özveri, cezasız suç. Ey dağları düzlükle ölçmeye kalkan sığlık. Çokluğuna güvenen yanlışlık. Bir suçu, daha büyük bir suçla hafifleten tükeniş. Kendinden korkan öfke. Kan ter uykulara yastık olan taş. Ey başkasının bahçesindeki gergedan. Bir halkın türküsünü odalarda boğacağını sanan sağırlık.

Ey dağları evlerin üstüne yıkan cinnet. Ey narcissus. Kan ve gözyaşı. Yalnız gövdesiyle var olan sevgisizlik. Kendi ışığıyla yanan pervane. En yüce değeri zulüm olan ahlak! Ordularıyla soluk alan haksızlık. Bir halkın onuruna yağan kar.

Size, BARIŞ deniliyor. Artık ölülerimizin ışıksız gözlerinden değil, güneşle yunmuş pencerelerden bakmak istiyoruz dünyaya. Ciğerlerimiz soldu dağlardan kopalı. Evimiz gökyüzüydü sizden önce. Bahçelerimizi yeniden kurmak istiyoruz. Göçersek biz istediğimiz için göçelim. Öleceğimiz yeri biz seçelim.

Siz nasıl kendinizle göneniyorsanız, deniliyor, biz de kendimizle gönenelim. Bu rüzgar bizim türkülerimizi de taşısın. Sokaklarımızdan çekin soğuk gölgelerinizi. Avlularımızda asker görmekten bıktık artık. Bulutların sesini unutturdu uçaklarınız. Çocuklarımızın evlerdeki boşluğu mezar taşlarından büyük. Kadınlarımız külden yataklarda yatmaktan bembeyaz kesildi.

Ölerek değil, yaşayarak çoğalmak istiyoruz. Yoksulluğumuzu özlettiniz bize. Ömrümüz üzerine bizden başka herkes konuşuyor. Sizin kentlerinizin varoşları olmak istemiyoruz. Hapishanelerinizde bizim çocuklarımız var, ama onlar sizin boynunuzda asılı gerçekte.

Hiçbir sevgi tutsaklıkta yeşermez. Eşitlik özgür ilişki ister. Türkülerimize nefreti karıştırmak istemiyoruz. Biz de kendimizi sevelim, kimliğimize sahip çıkalım, deniliyor. Bizi değil, kendinizi yıkıyorsunuz. Görmüyor musunuz, her gün biraz daha yoksullaşıyorsunuz.

Size, BARIŞ deniliyor. Bizim de kahramanlarımız var. Biz de geleceğe onurla bakmak istiyoruz. Örselersiniz, ama gülü karanfile benzetemezsiniz. Bir halk, deniliyor, ancak başka bir halkla zenginlik ve güzellik kazanır. Kimse kimseyi kendine benzetecek kadar üstün değildir.

Çok değil, bizim size duyduğumuz saygı kadar saygı istiyoruz. Ölüm korkusuyla, yaşama sevincini unutan insan, dünyaya nasıl iyilikler katabilir. Birine korku verenin korkusu daha büyüktür. Hiçbir yanlışlık susarak çözümlenmez. Sizin özgürlüğünüz bizim BARIŞ'ımızdan geçiyor, tutsaklığınızı görmüyor musunuz?

Ey ölüm terzileri, ev yıkıcılar, sürgün ustaları... Ey kardeşliğin süreğen kışı. Bir halkın onuruna yağan kar. Ey bahçemizdeki gergedan. Ey narcissus. Aşağılayan özveri...

Eşitlik zayıflık değil bilgeliktir. iyi olmaktan bu kadar korkmayın. Bir kez olsun sevgiyle bakmayı deneyin dünyaya. Hiçbir halk sonsuza dek efendi, hiçbir halk tutsak olarak yaşayamaz. BARIŞ hepimizi onurlu ve özgür yapacak tek olanaktır. Çıkarın kulaklarınızdan körlüğün tıkaçlarını...

şaka maka şeriatın yavaştan gelmeye başlaması

yavrum geldi zaten. sadece adı yok. akp de biliyor ki şeriat getirdik dese bir daha ki seçimde oy falan alamaz. o yüzden söyledikleri başka yaptıkları başka.

bünyeye en çok zarar veren uyuşturucu

krokodildir.dünyanın en zehirli uyuşturucusudur.yapımı çok ucuz ve kolaydır.kırmızı fosfor, iyot ve kodeinden yapılır.şırıngayla alınır.rusçada kullandıktan sonra deriyi timsaha benzettiği için bu ismi almıştır.içinde et yiyen bakteri vardır.bu yüzden kurbanlar bunu kullanmaya başladıktan sonra vücutları erir ve acılı bir ölüm bekler.

çok üşümek

çok üşüyorum.

bu kahrolası yaz sıcağında üşüyorum. ateşim çıkmıyor ama. sadece bir titreme var. küresel ısınıyorum sanırım. topak şeylere ilgim vardır benim. o yüzden en sevdiğim hayvanları sayarken fillerden, hipopotamlardan, kutup ayılarından filan bahsederim. işte şimdi kendimi tam da o küçük buz parçası üzerinde yalnız kalan kutup ayısı gibi hissediyorum. beni kameraya alan ya da fotoğrafımı çeken biri var mı bilmiyorum. olmasa daha iyi. çünkü ben hiçbir zaman fotojenik bir insan olamadım. istedim ama olamadım. o yüzden fotoğraflardan haz etmem. ben anı dondurmayı sevmem. ben çilekli dondurma yiyince midesi bulanan bir kızım. ve ece temelkuran'ı hayalkırıklığına uğratmak istemem ama, hiç peçete koleksiyonum da olmadı. ben mektup biriktirmeyi severdim. şimdi tıpkı olduğu gibi. annemin günlüklerini ve babama yazdığı şiirleri okuyarak büyüdüm. onları biriktirdim hayat bilgisi defterimde. annem edebiyat mezunuydu fakat şiirleri hiçbir zaman içimde göğe bakma hissi uyandırmadı bende. yine de içten içe düz yazıyı şiire zilyon kere tercih etmeme rağmen bir gün birilerine şiir yazabilme ihtimalimi düşündüm. tek bir farkla, ben annemden daha güzel yazmalıydım. bir gün benim çocuğuma kalacak olan o his külliyatlarında çocuğum benim arkamdan ''annem de amma saçmalamış'' dememeli. aksine, ''anneme bak, neler yaşamış'' demeli.

çok üşüyorum.

kafamda zilyon tane düşünce ve içime atmaktan şişmanladığım bir sürü üzüntü var. dokunmasını beklemem kimsenin ağlamak için. şu günlerde müstear adıyla müstesna bir insan değilim. adımın sadece ''melankolik'' kısmını görüyor gözlerim. biraz buğulu sanki her şey. kesin değil. ben bu belirsizlik halini hiç sevmem. hayatımda beklemek ve bellirleyememek kadar nefret ettiğim şeyler yoktur. oysa hayat sanki bana beklemekten başka çare vermiyor. inadına hiçbir sorunun, soru ögesi içermeyenlerin bile, cevabını vermiyor. benim bulmama izin vermiyor. hayatımda, hiçbir şeyin bir ''ad''ı yok. oysa benim için çok önemlidir ''ad''lar. çünkü birine ad veremezsem, sıfatlarım onu, nitelerim. işaret parmağımı uzatıp rencide ederim. gözlerimi dikerim, gözümün önünden gitmesin diye. hiçbir şeyi kaçırmak istemem çünkü. her şeyi kontrol altına alıp her daim haklı çıkmak değil derdim. evet, bi ara bunu da deli gibi istemiştim. sonra deli olmayı çok istedim. her şeyi elimin tersiyle itip, gönlümce küfredebilmeyi, bunun için yüzümün kızarmamasını, başıma ne gelirse gelsin hiçbir şeyden sorumlu olmamayı, her şeye yeniden başlayabilme gücünü çok istedim. bana yapılan haksızlıklara inat, yaptığım hiçbir haksız fiilden sorumlu olmayacaktım çünkü o zaman. o zaman belki de ilk defa ''karşılıksızlık'' farklı bir boyut kazanacaktı üçüncü boyuta sık sık giden lakin geri gelmeyi hep reddedip bi kısmını orada bırakarak eksilmeyi tercih eden aklım için.

çok üşüyorum.

kendime yasakladığım zilyonlarca şarkıdan sadece biri çınlıyor şu an kulağımda. ''ısınamazsın ağlarken'' diyor deniz. ben deniz adını çok severim. denizleri çok severim. deniz'leri çok severim. belki ece temelkuran bilmez, belki de en bi çok yaptığı bir şeydi, ben isim biriktiririm defterimin arasında. doğmamış ve doğmayacak olan yüzlerce çocuğum vardır. hepsinin de bir adı. onları ''sıradanlık''tan kurtarmayı bahşeden adları. hepsi hazır. her gün bir yenisi ekleniyor onlara. ben her gün, içimdeki çocuğu öldürmek istedikçe, başka çocuklar doğuruyorum. belki çok sevdiğim halde tutmaktan- dokunmaktan deli gibi korktuğum kediler doğuramıyorum, yollayamıyorum çay fincanlarının kenarında ece temelkuran gibi. ya da o'nun ''zira''ları yerine, benim ''ama''larım daha baskın. ben hep içine kapanık ve çözülmeyi beklenen ''taraf'' olmayı isterken, baskın olmak zorunda bırakılıyorum. ya da kendimi bu konuma düşürüyorum. benim için çok zamandır haklı olmanın ya da hata yapmanın bir anlamı yok. yaptığım şeylerden pişman olmayı yapmadıklarıma tercih ettiğim filan da yok. sadece bir gün, gelişine vurduğum ortanın ağlarla buluşmasını istiyorum. doksana girmek zorunda değil. çocukken oynadığım dokuz aylık, yirmi bir aylık, doksan dakikalık maçlar şu an hiçbir şey ifade etmiyor. ben yeni başladım çünkü her şeye.

çok üşüyorum.

içimde sonuna ''meli - malı'' eklediğim zilyon tane cümle var. attığım ve atmak zorunda olduğum adımların her nefeste yenilendiğini hissettikçe nabzımla birlikte artıyor gerekliliklerim. çünkü ben her nefeste biraz daha büyüyorum. her nefeste biraz daha yaşlanıyorum. benim derin nefeslerim büyük beklentilerim. sabrım yok pek evrimi beklemeye. belki de bu yüzden kalbim hiç kenarlarından alınmasına müsait değil. bu yüzden belki de direk kırılmayı tercih ediyor. sanırım bu victor hugo'yu hiç dinlemediğim anlamına da geliyor. o'na söylemeyi çok isterdim bir değirmenin arkasında dinin mucizelerini görüp hayata bağlanmanın sadece o'nun kitaplarında olduğunu ve insanlığın hiçbir zaman sert olmak varken yumuşak olmayı tercih etmediğini. bu yüzden herhalükarda kırılıp incindiklerini. unutmadan bir de eklemek isterdim, içimdeki mutfaktaayaksesleri bandosunun mucize beklemeyi artık huzurdan saymadığını. kalbimi ya da bedenim çıldırmasına rağmen hiçbir zaman gidemediği vekaleten yerine seyahate yolladığı beynimi kullanmıyorum artık. hangisi boştaysa. çünkü bence insanlar bireysel olmak yerine takım oyununa önem vermeli. boşta biri varsa, ona pas atmalı. ve bilmeli tek kişinin sorumluluğunun her zaman bölünmüş sorumluluktan daha ağır olduğunu.

çok üşüyorum.

ben sahip olduğum zilyonlarca hayali ve kurduğum binlerce ''meli- malı'' cümlesini gerçekleştiremeyecek olmaktan korkuyorum. ölümün engel teşkil etmesi değil sorun. önümdeki tek engel kendimken ölümün lafı bile olmaz. önemli bir şey için ölmek istiyor olmam da mesela bunun önünde engel değil. bana göre, ben en büyük engeli nefes alırken içime çektiğim havanın genzimi yakmasına alışmakla yendim. ben daha ilk nefesimle yendim hayatı. bir an duruşu gibi. yeterli. her zaman büyük beklentilerimin olmasından zarar gördüm. çünkü onların hiçbiri yakın vadede gerçek olmadı. uzak vadede gerçekleşmesini ise ben istemedim, o an lazımdı bana çünkü. o an, hani ''sevdiğine kavuşamazsa ölür'' hastalığına yakalandığım an, eğer yanımda olmuyorsa gerisi teferruattır. hayat ayrıntılarda gizli olsa bile. benim artık o ayrıntıları bulmaya takaatim yok. ben ''yanıtla beni'' dediğimde derdime derman olacak bir kurum kuruluş istiyorum. sevmesem de sagopa kajmer'in ''kendime sarılır, donarım'' sözünden etkilenmek istemiyorum. geç kalmış olmak istemiyorum! bir sabah uyandığımda her şeyin çok bittiğini ve benim bitiş merasimine bile yetişemediğimi anlamaktan korkuyorum!

hayatımda başımı çevirdiğimde yanımda olacak kişinin mutfaktaki ayak sesini ve sadece ikimizin görebildiğine inandığım o ateşböceklerinin olduğu bahçede kulağımda kirazlar, önümde emek verdiğim domateslerle özgür bir dünyada o adamla başka şeyler için mücadele içinde olmayı kaçırmak istemiyorum! ben doğuştan şanslı değilim. fotojenik hiç değilim. belki de bu yüzden öldüğümde arkamdan gösterebilecekleri hiç fotoğrafım yok dün olması beklenen şimdiki zamana ait. saçlarım kötü. sesim detone çıkıyor. hayattan beklentilerim had safada, aldıklarım sıfırın altında. yazmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum. onu da beceremiyorum. hala bir gün tanrı'nın beni çevrimiçi'ne alacağını ve benimle uzun uzun sohbet edeceğine inanıyorum. bir gün, gözlerimi kapatıp açtığımda karşımda tam da içimden geçeni görmek istiyorum. güvercinlerle değil kedilerle yolladığım mektupların sahibini bulmasını ümit ediyorum. sahnede bakanların ''ne kadar cesur ve güzel. umut dolu gözleri söylediği melankolik şarkıları aydınlatıyor'' demesini umuyorum. ama bir mikrofon, o kadar uzak ki. ''sınırlar kalksın'' diye bağırmıyorum, sadece ''uzaklar yakın olsun'' istiyorum. her gün bir balon uçarayım ve uçurduğum o balon göğe bakma durağımın üstündeki yıldıza takılsın istiyorum. deniz ve yıldız hiç uzağıma düşmesin, yalnız kalsam hatta gölgemden bile kopsam onlar hep peşimden gelsin istiyorum.

kapama gözlerini, ben çok üşüyorum.

bakire olmayan bayanla evlenmek

bekarettten anlaşılan nedir çok merak ediyorum. eğer kastedilen vajinanın 1-2 cm içerisinde bulunan zar diye kabul ettiğimiz ağız içi dokusuna benzer mukoza tabakasıysa, bunu koruyup anal takılanlara ne diyeceğiz. yada yine bu zarı koruyup sabah akşam sakso çekerek oral takılanları naapacağız. yada bunları da yapmayıp her fırsatta french kiss yada ateşli şekilde öpüşenlere ne diyeceğiz. hadi onu da geçtim karşı cinsle gezip tozan elele tutşanlara ne diyeceğiz. hangisini bakire kabul edip hangisine bakire değil diyeceğiz. kendinizi boşuna kandırmayın usta. bakire kız yada değil ahlaklısına denk gelmezseniz helal süt emmiş kul hakkından korkmuyorsa en bakiresi bile ananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan getirir. o yüzden namusu veya ahlakı böyle şeylerle ölçmeyin.

küfür olmayan ama küfür etkisi yaratan cümleler

Anladın mı?
Bu soru bende cinnet etkisi yapıyor. Sanki biz malız zor anlıyoruz o yüzden sorup teyit etmesi gerekiyor.

ben bu yazıyı kendime yazdım

gücün yok senin, tükenmişsin. hiçbir şeyi kocaman bir yürekle istemiyorsun. çünkü yüreğin küçücük kalmış sana bile yetmez olmuş.

aşık adam sınanmaz

Onur ünlü' den.

++benimle buraya geldiğin için teşekkür ederim.
bu sabah kedi sana doğru söylemiş ben gerçektende...
yani...
kisa bir süre önce farkettim seni.
ben aslinda ailemle,
benim Annem...
annemi kaybettin geçen sene.
babam zaten yok.
kardeşim askerdeydi öldü.
şehit diyorlar ona ama o elektrikçiydi.
bir paşanın havuzunun tesisatını tamir ederken çarpılmış.
şehit sayılır mı sence?
bi ikisi vardı.
annemle kardeşim yani.
6 aydır onlarda yoklar.
ben öğrenciydim.
belki de hala öğrenciyimdir bilmiyorum.
hukuk okuyordum.
3.sinif.
şiir miir, dergi filan.
şiir okur musun?
sever misin şiir?

sonra bir sabah seni gördüm.
sonra bir sabah daha gördüm, sonra hep gördüm.
kedi de seni gördü.
kedi seni cok seviyor biliyor musun?
onla takip ediyorduk seni.
bazen izini kaybediyorduk ama bir sürü arkadaşı var. onlara soruyorduk.
sen öğrencisin aslında.
resim okuyorsun.
şekerci de part-time caliyorsun.
ben bir gün fenalaştım.
hastaneye kaldırdılar beni.
ölecek misim.
kanser.
ilik.
ilik nedir biliyorsundur.
kemiğin içinde.
kemoterapiye başlayacaksin dediler.
bu tabanciyi kedi verdi.
oyun oynuyoruz biz bununla.
bak içinde bir tane kurşun var.
bu tabancayla böyle her sabah, hani sabah oluyor ya güneş filan.
böyle bunu ceviriyorum sonra agzima sokup sikiyorum.
yok korkma simdi sikmam.
aslinda cok mermim var benim.
ama bir tane koyuyorum içine.
çünkü sen varsın.

--kendini çok mu eğlenceli sanıyorsun?
++ ben, ben mi? neden?
-- ne bu numaralar o zaman? yok annem öldü, kardeşim sehit ben de kanserim zaten. dünyada tek aci çeken sen misin, böyle siir miir? herkesin kendine göre bir derdi var ne ki bu? tuttun getirdin beni buralara seni seviyorum dan girdin ciktigin yere bir bak.
++ ama niye... ben kötü birşey söylemedim ki. sadece seni seviyorum dedim bir de hastaligimdan bahsettim.
-- bu tabancanin gerçek olduğunu nerden bilecegim ben?
++belli sen şiir filan da okudugun yok. eğer okusaydin bilirdin ki aşık adam sınanmaz...

http://m.youtube.com/watch?v=YaMiMwjLjqA

fight club filminin tv de hiç yayınlanmaması

kapitalizme bu denli ağır darbeler vuran bir filmin kapitalizmin en büyük silahı olan kara kutu televizyonda yayınlanmaması hiçte şaşırtıcı olmayan bir durumdur. yanlış bilmiyırsam bu yaşıma kadar hiç tv de denk gelmedim. olsa bilirdim...

izleyenler bilir. iş bu film büyük kitleleri etkilemiştir. aşırı etkilenen kimi insanlar maddi yaşamı terkedip materyalizme karşı gelmiş bazı insanlar sokaklarda bile yaşamaıştır. elimizde ki çok az bir mal ile gayette sakin bir hayat yaşayacağımızı bize öğretmiştir. tüketim çılgınlığını minimalize etmek isteyen bu film çoğu büyük şirketleri rahatsız etmiştir.

bu sebebtendir ki tüketime zorlama aracı olan televizyon bu filmi yayınlamaktan utanır. hatta korkar. black mirror dizisinin belkide teknolojisiz halini bize yıllar önce anlatan filmdir.

teşekkürler tyler durden;

görsel
görsel

edit: televizyonda ben deniz hiç denk gelmedim. lütfen televizyonda izleyen varsa izlediğini hakaret etmeden belirtebilir. hayvanlığa lüzum yok..

cemil meriç

"o kadar yalnızdım ki karanlıktan şeytanın eli uzansa sıkardım" sözünü sarfetmiş sağ cenahın yegane adamı. büyük bir yazar. jurnalleri okumaya değen kişi..

ayrıca bir mahkemede
bana komunist dediler ve ben henüz bir işçinin nasırlı elini bile tutmamışken... diye bir söz söylediği rivayet olunur.

sözlük yazarlarının itirafları

Yazdığım söylediklerimden farklı, söylediklerim düşündüklerimden farklı, düşündüklerim ise düşünmem gerektiği gibi değil ve bunların da hepsinin sonu karanlığa gidiyor.

bunu ben değil, "kafka" demiş. ama bana yazmış bu sözü belliki.